Kadere bak! – Ahmet Kaplan

12 yıl öncesinin yaz tatilinde; gazetenin, gazeteciliğin etkisi beni esir aldı. Kapı kapı dolaşıp Hürriyet, Gemlik Gündem gibi gazeteleri küçük bir komisyon karşılığında satıyordum. Sıcaktan terleyince bir kaldırıma çöküp gazeteleri kendim okuyordum. Okudukça gazeteciliğe olan hayranlığım artıyor, yazma isteği geliyordu. Böyle günlerin birinde “Ben gazeteci olacağım” dedim. Bundan sonraki aşamada hayalim için tam anlamıyla mücadele etmeye başladım. Ailem beni Orhangazi’de bir lisenin “Bilgisayar” bölümüne yazdırdı. Yalvar yakar ailemi ikna edip kaydımı oradan sildirdim ve Gemlik Lisesi’ne aldırdım. 1 yıl sonra, bu sefer de sınıf seçme aşamasında ailemle ters düştüm. İş imkanı sayısalda veya eşit ağırlıkta olduğu için o sınıflara girmemi istediler. Nitekim, lisede iki yıl hiç istemediğim eşit ağırlık sınıfında okumaya çalıştım.Bir üçgenin iç açıları toplamı benim ilgimi çekmiyordu. Dördüncü sınıfta ailemi yine ikna edip sözel sınıfa geçtim. Üniversite seçme aşamasında ise baltayı taşa vurdum. Ailem bir yıl daha hazırlanıp Gazetecilik dışında bir bölümde okumamı istiyordu. Çevremde de bu yönde baskılar vardı. İşsiz kalırmışım, hapise girermişim bilmem ne. Dik kafalılığım sayesinde onları dinlemeyip hayallerimin peşinden gittim. O güzel Gemlik Lisesi’nin iki değerli öğretmeni sayesinde ailemle anlaşıp. Ege Üniversitesi’nin Gazetecilik bölümüne yerleştim. Gazeteciliğin teori kısmını üniversitede halledebilirdim. Peki ya pratik? O kısım da Kazım ağabey sayesinde çözüme kavuştu.

2014 Ocak. Sabahın erken saatlerinde, soluğu Gemlik Gündem Gazetesi’nin kapısının önünde aldım. Bir gazeteci adayı olarak meslekteki ilk tecrübemi yaşayacaktım. Ben oradaydım ama benden başka kimse yoktu. Dükkanın kepenkleri sımsıkı kapalıydı. Erken gitmişim. Yarım saat geçtikten sonra dükkan açıldı. Ancak Kazım ağabey hala yoktu.Kazım ağabey bir yerlere hep geç kalırdı. Kendi nişanına bile en son o gitmişti. Nişanda Gemlik Belediye Başkanı dahil herkes onu bekliyordu.

Saat 11’e doğru gazeteye geldi. Ayağımızın tozuyla habere gittik. Bir sonraki gün de beni ilk bireysel haberime yolladı. Karsak Cami’nin halıları değişmiş, atıl halılar durumu olmayan diğer camilere gönderilmiş vesaire. Haber buydu. Fotoğrafları çektim, haberi yazdım. Gerçi, bir itirafta bulunmak gerekirse haberi ben yazmış bile sayılmam. Müezzin bir şeyler söyledi. Böyle böyle yazarsın dedi. Ben de öyle öyle yazdım. İlk bireysel haberim hakkında daha farklı bir hayal kurmuştum. Yani en azından bir kavga haberi bile olabilirdi. Ona da razıydım. Ama gel gör ki, gazeteci umduğunu değil bulduğunu yazar. Aksilikler bu mesleğin doğasında var. Öte yandan, Kazım ağabey ilk haberimi okumadı bile. “Altı üstü halı lan bu. Nesini okuyayım?” dedi. 3 yıl sonra sana kendi gazetenden cevap vereyim Kazım ağabey; Halı deyip geçme. İlk defa Türkler tarafından dokunmasına başlanan halı,  eskiden keçi kılından yapılırdı. Bu halılar aynı zamanda çadır olarak da kullanılırdı. Evsizlere ev olurdu. Öte yandan, rivayet odur ki, Gördes’in Hanya kasabasında her genç kız Gördes denilen halıyı mutlaka dokurmuş. Halı bittiğinde “kız yetişti” anlamına geliyormuş. Eğer halı bitmezse hiçbir erkeğin anası o kızı almazmış. Halı deyip geçme yani. Önemli bir eşya bizim kültürümüzde.

Gazetecilik maceram işte böyle başladı.  Yıllar sonra, beni yetiştiren, cami halısı haberine gönderen o adam sayesinde Türkiye’nin en önemli gazetelerinden birine girip kendimi gösterme şansına ulaştım. Onun ve bana ilk iş imkanını veren Hurşit Topal’ın hakkını ödeyemem. Buradan, onlara teşekkür edeyim. Aradan 3 yıldan fazla zaman geçti. Kadere bak ki, bu sefer de Kazım ağabeyin kurduğu gazetede onunla birlikte çalışıyoruz.

Bundan böyle sizlerle bu köşede buluşacağız. İlk yazım olması nedeniyle bir hatam olduysa affola.

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.