HÜDAVENDİGAR VE BAŞLANGIÇ – İSMAİL İŞEL

“HÜDAVENDİGAR VE BAŞLANGIÇ…”

Şöyle bir psikoloji içerisindeyiz; Tam zor günleri atlattık diyoruz, ama daha zor günler bizi bekliyor diyorlar. Sanırım toplum olarak zor günlerle yaşamaya alışmamız gerekiyor…

Son dönemde artan döviz kuru ve yüksek enflasyon hepimizin morallerini bozdu. Yetkililer ülkemize karşı ekonomik bir savaş açıldığından bahsediyorlar. Diyelim ki öyle, peki bu durumda bu savaşa vatandaşlarolarak bizler nasıl mücadele vereceğiz, cephemizi/aile bütçemizibiz nasıl savunacağız!

Herkes aynı fikirde birleşmiş durumda. “Milli ve yerlilik” Yerli üretim, yerli tüketim, az ithalat, çok ihracat…Ekonomik savaşı ancak böyle kazabileceğimiz söyleniyor. Bunun yanında hukuk, demokrasi, özgürlük, barışçıl dış ilişkiler, güven ortamı vs. gibi atadan beri bildik duyduk şeyler işte…

Peki biz bu zamana kadar neden milli ve yerli üretim yapamadık veya yapmadık? Son 10 yıldır dünyada para bolluğu varken ve ülkemize de oluk oluk para akarken neden bunlar aklımıza gelmedi? Neden üretim ve tasarruf modeli yerine, tüketim ve tüketerek büyüme modelini ısrarla sürdürdük? Nasıl oldu da yerli malı yurdun malı ifadeleri alay konusu yapılıp, hayvanı, yemini ve neredeyse çobanı dahi yurtdışından ithal eder hale geldik! Neyse olan oldu artık. Biz kendi aile bütçemizi nasıl ayakta tutacağız şimdi onun derdine düşmemiz lazım değil mi?

Çoğu Gemlik köylüsü gibi ben de zeytincilikle büyüdüm. Evin tek çalışanı babam, 3-5 ağaçla 1970’lerde başladığı çiftçilik yaşamında çalışarak hem yeni zeytinlikler aldı, hem evini geçindirdi, hem de 2 çocuğunu üniversitede okutmayı başarabildi. Bugün birinin bunu başarabilmesi mümkün değil. İyi ki bu dönemde doğmamışım diyorum!

Hafta sonu köydeydim. Zeytinlikleri dolaştım. Birçok zeytinlik bakımsızlıktan perişan vaziyette. Bakım yapılan zeytinlikler isegenelde atıl kalmasın diye yarıcıya verilmiş durumda. Bu durumun birçok sebebi var elbette;En önemli sebep bakım maliyetlerinin oldukça yüksek hale gelmiş olması. Ağaçlar hastalığa son derece açık bir vaziyet almış, adeta ilaçsız ayakta duramıyor. Zeytinlikler miras paylarından dolayı bölünmüş, köyden kente göçle birlikte zaten oldukça maliyetli olan zeytine ilgi gösterecek kişiyi ara ki bulasın! Diğer taraftan bakımı son derece maliyetli ve zahmetli olan zeytinin getirisi de ranta kurban edilmiş durumda. Köylüden alınan ürün 20 dakikalık şehir merkezindeki bir mağazanın rafında 2-3 katfiyata satılıyor. Yani ürün fiyatını müstahsil değil, sermaye sahibi belirliyor. İktidarın yıllardır yakındığı ve çözüm bekleyen bu rant düzenine bir türlü çomak sokulamıyor. Zaten bu sistemle mümkün de olamaz.Marmarabirlik gibi holding mantığıyla hareket eden yapılar üreticinin sorunlarına çözüm üretemiyor, üretemez. Devlet tarafından tarım sektörüne para verilmiyor dersek haksızlık etmiş oluruz. Ancak devleti yönetenlerin bir tarım politikasının olmadığı da çok açık. Sayıştay raporlarında dahi tarımsal destek olarak devlet tarafından verilen yılda 10 milyar TLnin neden verildiğinin, sonuçlarının takip edilmediği eleştiriliyor.

Zeytincilik özelinde söylersek, kdv’ninhala %8’lerde durması,son 15 yılda tam 7 kez Zeytincilik Yasası’nın değiştirilerekzeytin alanlarının imara, madenciliğe açılması için yapılan girişimler ve genel politikalar nedeniyle idareden hiçbir olumlu beklentim yok. Oysa zeytin, bir dünya markası olarak ihracatın lokomotifi olmaya aday çok önemli bir ürün. Türkiye’nin 2017-2018 sezonunda meyve veren 151 milyon 347 bin 628 zeytin ağacı var. Toplamda 177 milyon 930 bin 731 zeytin ağacı var.Ağaç başına ortalama verim 13.4 kilogram. Toplam zeytin üretimi 2 milyon tonun üzerinde. Yaklaşık 500 bin tonu sofralık zeytin olarak değerlendiriliyor. Zeytinyağı üretiminde ise tahminen 1,5 milyon ton zeytin kullanılıyor. Toplam zeytinyağı üretimiyılda 300 bin tondur. Türkiye’de Aydın, İzmir, Muğla, Balıkesir, Bursa, Manisa, Çanakkale, Hatay, Gaziantep ve Mersin önemli zeytin üretimi yapılan iller olarak öne çıksa da ülke genelinde 41 ilde zeytincilik yapılıyor. Türkiye zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünyada ilk 4 arasında. Ama iklim şartları ve ağaç sayısı açısından potansiyeli çok daha fazla aslında ve dünya zeytin açısından son derece önemli bir pazar.

 

Varsa bir ekonomik savaşa karşı yerli ve milli olmaktan benim anladığım en önemli şey; yurdumuzu (Anadolu’yu) yine kendi kendine yeten, hatta ihracat yapan bir tarım ülkesi haline geri getirmektir. Ancak her geçen yıl daha da zorlaşan bu şartlara rağmen bireysel olarak bunu başarmak mümkün değildir. Bu maksatla üreticiyi ezen bu düzene karşı yıllardır rantçıyıbile aradan çıkarmayan veya çıkaramayan idareye umut bağlamak da saflık olmaktan öte bir şey değildir. Peki ne yapmalıyız, ya da bu ekonomik savaşta biz nasıl savaşmalıyız?Tek çözüm kooperatifçilikte!

 

Hemşehrimiz (köylümüz) Celal Bayar’ı bu hafta 32.ölüm yıl dönümünde andık. Kurtuluş Savaşı’nın Galip hocası, Atatürk’ün başvekili, 3.Cumhurbaşkanımız Bayar’ın ruhu şad olsun. Bayar cumhuriyet tarihimizin belki de en önemli ve öncü kooperatifçisidir. Bayar, kooperatifçiliğe özel önem vermiş, bunun kanunlarını yazmış, devleti buna desteklemeye bir anlamda mecbur bırakmıştır. Bayar, ürün fiyatının müstahsilin belirlemesi gerektiğini, bunun da tek yolunun kooperatifçilik olduğunu üretici köylüye anlatmış, köylü kalkınması modelini kooperatifçilik üzerine kurmuştur. Ege’de birçok yerde kooperatifler kurmuş, Ege köylüsünü bu sayede kalkındırmış, incirin yok pahasına yabancılara satılmasının de önüne geçmiştir. Çarpıcı bir örnek de Bursa’da yaşanmıştır; Bayar daha 24 yaşında genç bir bankacıyken, yabancı şirketlerin elinde bulundurduğu vapur hatlarına (Bursa-İstanbul) ve bunların fahiş fiyatlarına karşı Bursa’nın varlıklılarını bir araya getirerek onlara kooperatif şeklinde hisse karşılığı Hüdavendigar şirketini kurdurmuş, bu şirketin satın aldığı ilk vapur olan Başlangıç’ın seferlere başlamasıyla yabancılar da ciddi fiyat indirimleri yapmak zorunda kalmışlardır. Yine Bayar, yabancı şirketlerin elindeki madenlerde çok kötü şartlarda çalışma durumunda olan Ereğli’deki maden işçilerine 1921 yılında işçi kooperatifini (sendika) kurdurmuş ve İş Bankası’ndaki tüm hisselerini de 1945 yılında bu kooperatife bağışlamıştır.

 

Evet, ülke çiftçisi için tek çıkış yolu kesinlikle kooperatifçiliktir. Kooperatifçilikten kastım satış kooperatifçiliği değildir. Buna benzer dar ve yüzeysel oluşumlar birçok köyde zaten mevcutolup, yaraya merhem nitelikte değildir. Ben; çiftçiyi eğiten, örgütleyen, üretim metodları sunan, bilimsel, kollektif, üreticiyi teminat altına da alan, ıslah, üretim ve satış yetenek, güç ve organizasyonuna sahip, artı veya katma değer yaratan bütüncül, katılımcı, şeffaf ve denetlenebilir,tabana yayılmışgeniş bir örgütlülükten söz ediyorum.Çok zor değil. Dünyada bunun başarılı olmuş çok sayıda örnekleri de var.

 

Zeytin üreticisi köylülere çağrımdır; Bir araya gelip bu örgütlenme modelini konuşmanın vakti gelmiş, geçmektedir. Ne dersiniz!

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.